“Kadını Dışlayan Zihniyet, Cumhuriyet’e İhanettir”

5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü…
Bir millet için gurur tablosu olması gereken bu tarih bugün ne yazık ki aynı zamanda bir yüzleşmenin adıdır. Çünkü Türkiye, 1934’te kadınlarına seçme ve seçilme hakkı tanıyarak dünya demokrasilerine örnek olmuş bir ülkeyken, 2025’e gelindiğinde hâlâ kadınların toplumsal konumunu tartışmak zorunda kalıyorsa; sorun yasada değil, zihniyettedir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün kadına verdiği haklar sadece vatandaşlık hakları değildi; aynı zamanda bir uygarlık projesinin temel taşlarıydı. Atatürk’ün,
“Bir toplum, kadın ve erkek denilen iki cinsin iş bölümü ve iş birliği ile gelişir.”
sözü bir uyarı niteliği taşır:
Kadının geri bırakıldığı bir toplumun gelişmesi, demokratikleşmesi, üretim gücü yaratması mümkün değildir.

Bugün Türkiye’de üniversite mezunlarının %51’i kadınken, iş gücüne katılım oranı hâlâ %36-37 bandında seyrediyorsa, bu durum tek başına bile yapısal eşitsizliği kanıtlar. Eğitim kazanımlarının ekonomik karşılığı alınmıyorsa, eşitlik hukuken değil fiilen eksiktir.

Siyasi temsile bakalım:
1934’te dünyaya örnek olan Türkiye’de bugün parlamentoda kadın oranı hâlâ %20 civarında. Yani yasayı veren devrimci ruh ile toplumu yöneten zihniyet arasında keskin bir kopukluk vardır. Bu tablo, Atatürk’ün bıraktığı mirasın tüketildiğini, yerine yeni bir vizyon konulamadığını gösterir.

Dahası, kadına yönelik şiddet hâlâ çözülmüş bir sorun olmaktan çok uzaktır. Her yıl onlarca kadın öldürülüyor, yüzlercesi şiddete maruz kalıyor, binlercesi ekonomik bağımsızlığını kaybettiği için hayatını yeniden kuramıyor. Bunlar münferit değil, toplumsal bir yapının sonuçlarıdır.

Bu gerçekler karşısında 5 Aralık’ı “kutlamak”, ancak meseleyi yüzeysel bir takvime sıkıştırmak olur.
5 Aralık, teşekkür değil; hesap sorma günüdür.
Bir toplumun kendi kendine şu soruları sorması gereken gündür:

1934’te cesaretle atılan adımın bugün neden yarım kaldığını kim açıklayacak?

Kadına verilen haklar neden günlük siyasi çekişmelerin gölgesinde bırakıldı?

Atatürk’ün işaret ettiği çağdaşlaşma hedefi neden toplumun her katmanına eşit biçimde ulaşamadı?

Bugün hâlâ kadının yaşam hakkını, ekonomik özgürlüğünü, siyasi temsilini konuşuyorsak; mesele sadece hak vermemekte değil, o hakların kullanılmasını engelleyen toplumsal bariyerlerdedir.

Atatürk, kadınlara hak verirken geleceğin Türkiye’sini inşa ediyordu.
Peki bugünün Türkiye’si o geleceğe ne kadar yaklaştı?

Cevap açık: Hâlâ eksik, hâlâ yetersiz, hâlâ gecikmiş durumdayız.

Bu yüzden 5 Aralık, bir kutlama günü değil; toplumsal vicdanın kendini yokladığı sert bir aynadır.
Ve o aynaya baktığımızda şunu açıkça görürüz:

Kadınlar eşit olmadan, Türkiye tam anlamıyla ilerleyemez.
Kadınlar özgür olmadan, toplum hiçbir alanda özgür değildir.
Kadınların sesi güçlenmeden, demokrasi tamamlanamaz.

5 Aralık’tan alınacak en büyük ders budur:
Hak verilmiş olabilir, fakat eşitlik hâlâ mücadele isteyen bir iştir.

Bunları da Okuyabilirsiniz

Fatma Sütcü Kardiyoloji Merkezi’nin Temeli Atıldı

Aslen Kayserili olan ancak babaları merhum Abdi Sütcü’nün Adana’ya yerleşmesinin ardından işlerini buradan sıfırdan başlayarak …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir